Abuja'nın Evleri

Bugün düzenleyeceğimiz eğitim fuarına öğrenci davet etmek için Abuja'nın sokaklarınında gezerken kendimi Ege'de özellikle de Marmaris'teymiş gibi hissettim. Abuja'nın evleri genelde çok gösterişli, büyük, göz alıcı yapılardır. Tabiki semtten semte değişir bu durum ama genele vurucak olursak kendine has, hantal yapısı olan oldukça büyük evler şehri çepeçevre kuşatır. Türkiye'deki mimariyle uzaktan yakından bir alakası yoktur. Fakat bugün rastgele girdiğimiz bir sokaktaki evin balkonunda gördüğüm perforje sandalye masa takımı ile balkona iliştirilmiş saksılar beni Abuja'dan binlerce kilometre uzaklıktaki Altınoluk'a Marmaris'e hatta Erdek'e ışınladı.. Üç şehri aklımda harmanlayıp karşıma hiç bilmediğim yerlerin, hiç yaşamadığım anların anılarını getiriverdi. Bir anda 36 derecelik Abuja sıcağı yerini Ege'nin yüzümü hafifçe gıdıklayan rüzgarına bırakıverdi. Türkiye'de havalar bu kadar soğukken Abuja'da yapacak bu kadar çok iş varken gündüz düşleri görmekte neyin nesiydi bilemedim ama bu psikolojiden çıkıp Abuja'ya dönmem epey bir vakit aldı / alacağa benziyor. Sanırım 2 yıl önceydi dayanamayıp kış mevsiminde Türkiye'ye gitmiştim. Kardeşimle Marmaris'e gitmiş ufak bir Ege turu yapmıştık. Marmaris'teki harika koyların birinde arabayı kenara çekip soğuğa aldırmadan denizi izlemiştik. Nijerya için Harmattan mevsimiydi yine. Yani hava 33-36 derece arası seyrederken kendimi 7-8 derecelik Türkiye soğuğunda bulmuştum. Çevremdeki herkesten daha çok üşüyüp sürekli kombinin, klimanın derecesini arttırıp duruyordum. Sanki hiç Türkiye'de yaşamamış -10 derecelerde Tatvan'da köylere bilgisayar öğretmeye gitmemiştim.. İnsanoğlu rahata pek de çabuk alışıyordu.. Marmaris diyordum. Adını şu an hatırlayamadığım denizini ve mavisini unutamadığım o koyda Teoman dinlemiştik dalgaların eşliğinde. Saatlerdir kulaklarımda yankılanıyor Çoban Yıldız'ı şarkısı. Ne de duygusal bir klibi vardı ne de çok sevmiştim ne kadar çok anlam yüklemiştim o şarkıya. Şarkılarda kokular gibi bence. Yıllar geçsede şarkıyı duyduğunda ilk dinlediğindeki hislerin, anıların, herşey gözünün önünde tekrar tekrar canlanıyor. Bu yazıya başlamamdaki amaç Türkiye'ye olan özlemim değildi aslında ama muhabbet buralara kadar geldi :) 
Bu Koy o Koy :) telefonumun çözünürlüğü güzelliğini yakalamaya yetmemiş


Çok uzun zamandır Abuja'nın evlerinden bahsedeceğim deyip duruyorum. Fotoğraf çekmeyi sevsemde yabancı ve beyaz olduğum için fotoğraf çekme konusunda pek girişken davranamıyorum. Türkiye'de yabancı olmak fotoğraf çekmek için avantajken burda dezavantaj. İnsanlar onları rencide etmek için, kültürleriyle dalga geçmek için fotoğraf çektiğinizi düşünebiliyor. Alt kültür üst kültür anlayışı bilinçaltlarına kazındığı için ne kadar sıcak kanlı ne kadar arkadaş canlısı olmaya çalışsanızda yaranamıyorsunuz. Kimi yerde de görgüsüz konumuna düşmemek için yine adım atamıyorsunuz. Misal bir keresinde kayınvalidemle ünlü bir yargıcın evini ziyaret etmiştik. Adamın karısının yatak odası benim evin toplamı kadardı. Yatak odasında avangarde yatak odası takımının dışında avangarde oturma grubu ve şu AVMlerde ya da şehirlerarası dinlenme tesislerinde sıkça gördüğümüz masaj koltuğunun üst modeli vardı. Bahçeye yaptıkları müstakil, tek katlı, misafir ağırlama evi Türkiye'de villa olarak nitelendirilen evlerdendi. Şimdi ben bu kadının evini fotoğraflasam bu seferde "aaaa hiç mi ev görmemiş" derlerdi 😂 Tüm bu sebeplerden ötürü fotoğrafları Google amcadan temin edip dilimin döndüğü kadarıyla evleri ve evlerdeki hayatları size tasvir etmeye çalışacağım. 


Gizli gizli çekmişim evi :))

Sağdaki"evcik" misafirler için


Orta hallinin biraz daha üst kesimine mensup Nijeryalıların evleriyle başlayalım yazımıza. Evlerde ilk dikkatimi çeken babanın(master) ve annenin(madam) ayrı oturma odalarının olması. Genelde evin giriş katındaki oturma odası ya da oturma odaları babaya ait olurken evin daha mahremi olarak görülen üst kattaki oturma odası/odaları annenin oturma odası oluyor. Eğer babanın misafiri varsa anne veya çocuklar dışardan eve geliyorlarsa ana giriş kapısını kullanmak yerine mutfaktaki ikinci giriş kapısından eve girmeyi tercih ediyorlar. Normalde mutfaktaki giriş kapısını evin hizmetlileri kullanıyor. Hizmetlilerin kaldığı boys quarter diye tabir edilen bizdeki müştemilata karşılık gelen ev ya da odalarda bu sebepten mutfağa yakın inşaa ediliyor. Eğer evde çamaşır odası varsa bu da genelde evin dışında, arka bahçede, hizmetlilerin odalarına yakın birde oluyor. Nijerya'da çamaşır makinesi pek yaygın değil. Zaten giydikleri geleneksel elbiselerin kumaşları makinede yıkamaya uygun değil. Genelde evin çalışanı çamaşırdan da sorumlu oluyor. Elinde yıkıyor, ütülüyor, ev sahiplerinin odalarına kadar çıkarıyor. Eğer hizmetli çamaşırdan sorumlu değilse washerman denilen çamaşırcılara kaftanlar, atampalar yollanıyor, küçük şeyler de elde yıkanıyor. Bizim evde de biz böyle yapıyoruz. İngiliz kıyafeti diye nitelendirilen tişört, pantolon, elbise vb şeyleri çamaşır makinemizde yıkarken kaftanları, atampaları ve kaftana uygun geleneksel şapkaları washermane yolluyoruz. Çamaşır makinesinin gerekli olduğunu, bizim ev için olmazsa olmaz olduğunu kayınvalideme anlatmam ve ikna etmem oldukça zor olmuştu. Ona göre birini işe almam çok daha mantıklıydı ama artık o bile çamaşır makinesi kullanıyor😎 


Yıkamadan gelen kıyafetler

Bulaşık makinesinin varlığından bahsetmek pek mümkün değil. Biz 3.5 yıl önce  makinemizi ilk kez çalıştırmak istediğimizde deterjan bulamamış Türkiye'den getirtmiştik. Şimdilerde az çok kullanılır olmaya başlandı, deterjanda bulunabiliyor. Çamaşır makinesinin yaygın olmamasına takılmadım ama elektrikli süpürgenin başka bir evrenden gelmişcesine şaşkınlıkla karşılanması beni şaşırttı. Süpürge bulabilmek için bütün elektronik eşya satan dükkanları gezdik. Burda elektronikçiler ya  Lübnanlı ya Hintli oluyor. Torbalı süpürge satıp yedek torbasını satmayan dükkan sahiplerine bu süpürgeyi nasıl kullanıcam torbasız diye sorunca biz nasıl kullanılır bilmiyoruz, evimizde de kullanmıyoruz sadece satıyoruz yanıtını almam beynimdeki devreleri yakmıştı. Bizim dışımızda hiç bir Nijeryalı ailede görmedim elektrikli süpürgeyi, Macar komşularımda da görmedim. Broom denilen çalı süpürgesiyle her yeri hızlıca temizleyebiliyorlar. Onları bu temizlik tatmin etsede biz Türk kadınını etmez maalesef🙈 



Bizim Mahalle


Her odada banyo tuvalet olması da evlerin ortak özelliği. Türkiye'deki ebeveyn banyosu diye yutturulmaya çalışılan küçücük, daracık mekanlardan bahsetmiyorum. Bildiğiniz normal büyüklükte, tuvaleti, lavabosu, duşa kabini kimi zaman hem duşa kabini hem küveti olan banyolardan bahsediyorum. Bizim eve kayınvalidemler gelince çok şaşırmışlardı sadece bir banyo olmasına bende Allah Allah hamam mı işletiyoruz bir banyo neyimize yetmiyor diye kendi kendime tribe girmiştim. Meğerse burda küçücük veletlerin bile kendi banyosu varmış. Ama bence banyolara dair en ilginç şey madamın ya da masterın odasındaki banyolarda evdeki diğer banyoların aksine hem duşa kabin hem küvet bulunması. Banyolara dair aklıma yatmayan ve Nijeryalılarla tartışmama sebep olan mevzu ise ışığın hiç bir zaman ama HİÇ BİR ZAMAN kapatılmaması. Nijeryalıların ya da en azından çevremdekilerin inancına göre banyo ışığını açıp kapatmak elektrik sistemini bozuyormuş!! Gerçi banyoyla da sınırlı değil bu elektrik israfı. Her odanın lambası, televizyonu, kliması nerdeyse 7/24 açık...Evet her odanın TVsi dedim çünkü her odada birer TV mevcut genellikle. Bu kadar çok herşeyin kişiselleştirilmesini de doğru bulmuyorum. Bence ailedeki iletişimi, etkileşimi azaltıyor. İzlensin izlenmesin o televizyonlar sabahın köründe açılıyor, geceleri kimi zaman uyurken bile kapatılmıyor. Anne kendi odasında, baba kendi odasında, çocuklar kendi odalarında farklı TV programlarını izleyebiliyor.. Bu kadar bireyselleşmenin ortasında ne derece sağlıklı bir aile ortamı olur o da ayrı bir muamma. Baba ve annenin ya da çiftlerin aynı yatak odasını genellikle paylaşmadığını da belirtmek isterim. Bizim tek odamız olmasını hala yadırgıyorlar. Bunu çok eşliliğe bağlamayı doğru bulmuyorum çünkü tanıdığım çok eşli kimse iki eşini aynı evde oturtmuyor. Eşlerin birbirinden bağımsız ayrı evleri oluyor. Belkide İngiliz özentisi bir gelenektir. İlk kez İngilizlerden görmüş sonra benimsemişlerdir. Çünkü izlediğim Netflix dizisi The Crown'da Kraliçe ve eşi de farklı odalarda ayrı yataklarda uyumayı tercih ediyor. Eğer buraya gelen sömürgeci "asilzadeler"de böyle bir hayat benimsemişse onlara özenilmiş olabilir. Bilemiyorum sebebini de tarihini de ama benimseyemeyeceğim şeylerin başında geliyor bu ayrı oda uygulaması.




Deri Koltuk, Aile Fotoğrafı, Müslümansa Duvarda Ayet, Büyük Vazolar ve Turaren Wuta tasları olmazsa olmaz


 Bu tarif ettiğim evler minimum iki katlı, lüks sayılabilecek genelde bahçeli ve müstakil villalardı. Şimdi biraz daha orta sınıfının evlerine bakalım. Çok uzak bir iki akrabamızla bir gezide tanıştığımın arkadaşımın evlerini bu kategoriye sokabilirim. Bizdeki gibi apartmanda oturuyorlar ama apartmanlar max 3-4 katlı oluyor. Kesintisiz elektriğin hayal olduğu ülkemizde  yüksek katlı bir binaya yürümeye "bayılan" Nijeryalılara her gün in çık yaptırmak mümkün olmayacağı için daha az katlı binalar kaçınılmaz. Orta gelir evi olsada iki oturma odasını burdada görmek mümkün. Dış kapıya yakın oturma odası evin erkeği/ babası tarafından kullanılırken iç tarafta kalan oda kadınlara ait. Genelde sokak kapısına yakın misafir tuvaleti bulunabiliyor. Sadece tuvalet ve lavabodan oluşan. Her odaya bir banyo uygulaması bu evler için geçerli değil. Genelde bir misafir tuvaleti bir aile banyosu oluyor. Evin tek kapısı varken, mutfakta mutlaka balkon oluyor. Bu balkon mutfakta yemek kokusunun giderilmesi için ve jeneratörün konulması için kullanılıyor. Yoksa bizdeki gibi balkonda oturma, yemek yeme gibi bir kültür yok. Zengin olsun fakir olsun insanlar yemeklerini genelde yerde yiyorlar. Yer sofrası ya da masa örtüsü anlayışı pek yaygın değil. Zavallı halı sık sık yemekten nasibini alıyor. Yemeğe dair ilginç bir adette hem lokantada hem evlerde gözlediğim el yıkama şekli. Banyoya gitmek yerine evin hizmetçisi ya da küçüğü bir leğen ile plastik ibriğe konulmuş suyu getiriyor insanlar oturdukları yerde ellerini yıkıyorlar. Nijeryalılar pek yürümeyi sevmiyorlar. Balkona geri dönecek olursak güvenlikli lüks sitelerdekinin aksine bu balkonlar demir parmaklıklarla çevrilmiş oluyor çünkü Nijerya'da silahlı ev soygunları çok yaygın. Evinizi korumak için bir güvenlik şirketiyle anlaşmadıysanız tüm pencerelere demir parmaklıklar yaptırıyorsunuz. Gerçi büyük sitelerde bile bu parmaklıkları görmek mümkün. Kimsenin kimseye güveni yok. Daha geçenlerde güvenlik görevlileri olmasına rağmen annemlerin sitesine silahlı soyguncular girdi. Allahtan sitedeki bir adamın evinde kendine ait polisi varmış, polis ateş açınca korkup kaçmışlar..


Village diye tabir edilen mahallelerden biri


Büyük sitelerle küçük sitelerin bir diğer farkı da jeneratör. Ülkede jeneratörsüz hayat hayal. Herkes kendi bütçesi doğrultusunda iyi kötü bir jeneratör alıyor. Lüks evlerde bahçelerde koca koca jeneratörler ve jeneratör daireleri varken daha küçük ölçekli sitelerde herkes kendi balkonuna küçük jeneratörlerden alıyor hani bizim pazarcı amcaların kullandıklarından. Tabi herkes bu kadar şanslı olmayabiliyor.. 
Evlere Su Taşınıyor


Gelgelelim kerpiç ve baraka evlerdeki hayatlara. Bizim mahallenin 10-15dk uzaklığında Village(köy) diye anılan bir semt var. Evlerin hemen hemen hepsi ya teneke barakalardan yapılmış ya da geleneksel Fulani kerpiçlerinden. Baraka evlerde az çok elektrik varken Fulani evlerinde elektrik bulunmuyor. Tek göz odada koca bir aile yaşayabiliyor. Tuvalet ve banyo eve dahil değil. Hatta genelde evlerde tuvalet olmuyor. İhtiyaçlarını evden uzaklaşıp ormanlık kısımlarda gideriyorlar. Banyo içinse sazlıklarla çevirdikleri küçücük bölmeleri kullanıyorlar. Kulağa şehir efsanesi gibi gelsede gayet gerçek. Eskiden papaya çiftliğimiz varken Fulani köyünden geçip çiftliğe ulaşırdık. Birgün tuvalet ihtiyacamı gidermek sonrasında da namaz kılmak için köylü kadınlara başvurdum. Kadınlar hiç İngilizce bilmediği için eşim tercüman oldu. Bana tuvaletleri olmadığını söyleyemedikleri için ve belkide beyaz olduğum için beni banyo olarak kullandıkları yere yönlendirdiler sonrasında da evlerinde namaz kılmama izin verdiler. Ev halısız, zemini toprak olan küçücük tek göz bir yerdi. Daha sonrasında Chubado çantaları için fotoğraf çekerken evlerinin dışardan fotoğrafını çekmiştim.



Fulani Evi

Bu arada unutmadan devlet bu ülkede zengin olsun fakir olsun hiç bir semtte su sağlamıyor. Herkes evini yaparken bahçesine kuyu açıp kendi suyunu, kendi su sistemini kurup evine suyunu o şekilde alıyor. Hal böyle olunca yoksul semtlere doğru gittikçe evdeki suyun yerini el arabalarında ya da kafaların üzerinde taşınan su bidonları alıyor. Bazı yerlerde ücretsiz su alabileceğiniz umumi çeşmeler mevcutken bazı yerlerde bu çeşmeler işletmeye dönüştürülmüş oluyor. El arabasıyla ve bidonlarla evinize su taşıtabiliyorsunuz. Tabii taşıma suyla ev ne kadar döner orası meçhul.. Hep söylediğim gibi Nijerya zıtlıklar ve farklılıklar ülkesi ama yinede bu kadar sosyoekonomik uçuruma, binlerce değişik etnik kökene, birbirinden farklı dinlere rağmen kendine has harmonisiyle hayat devam ediyor.

Yorumlar

Popüler Yayınlar