Cunda'ya Seyahat


Şiddeti baş ağrılarıyla mücadele ettiğim günlerden birisi bugünde.Büyük ihtimalle yine malerya(sıtma) oldum. Evimizin bahçesine aşığım ama aşırı yeşillik ve evin yakınındaki atıl akarsu sebebiyle bahçemiz böcükten geçilmiyor. Böcüklerin başımızın üstünde yeri var; doğaya, yeşile, hayvanlara saygılıyız ama dişi sivrisineklere yüz vermek istemiyorum. Başımıza ne geliyorsa sessiz, sinsi, özellikle yeşil renkli dişi sivrisineklerden geliyor. Türkiye'deyken yıllar yıllar önce birisinden  "sıtma olmuş gibi titriyor" diye bir şey duymuştum. O zamanlar nasıl bir hastalık olduğunu idrak edememiş, bir gün o hastalığına yakalanabileceğimi hiç düşünmemiştim. Sıtmayla ilk tanışmamız Nijerya'ya taşındıktan bir buçuk yıl sonra oldu. Ya şom ağızlılıktan ya da papaya yemeyi bıraktığım için bu hastalıktan yakamı kurtaramamıştım. Bir buçuk yıl gibi uzun bir süre sıtma olmayınca sağda solda malerya beni teğet geçiyor diye espri yapar olmuştum, sonunda boyumun ölçüsünü alıştım. Tifo ile iş birliği yapıp beni haftalarca yatağa mahkum etmişlerdi. Ateşim 42 dereceyi görmüş, migrenden beter baş ağrılarına maruz kalmış, titremekten dişlerim birbirine çarpa çarpa bir hal olmuştu. Sonunda "sıtma olmuş gibi titremek" tasvirinin ne manaya geldiğini anlamıştım. İlk iki sıtma vakamızı hastanede bir kaç gün kalmama sebep olmuşken daha sonrakileri ayakta tedaviyle atlatmayı başardım.Ayakta tedavi derken eczaneye uğrayıp reçetesiz satılan sıtma ve ağrı kesicilerden alıp kendi kendimi tedavi etmiştim. Zaten Nijerya'da reçeli ilaç diye bir kavram yok. En ağır ilaçları bile reçetesiz istediğiniz eczaneden temin edebiliyorsunuz. Gerçi son zamanlarda bazı öksürük şuruplarına imzalı reçete zorunluluğu getirildiği söylensede uygulamada hala hayata geçirilemedi. Öksürük şurubu deyip geçmeyin içindeki aktif maddeler sebebiyle yüksek dozda alınca uyuşturucu etkisi yaratıp sağda solda sızıp kalmanıza sebep olabiliyor. Bu konuya dair BBC'nin İngilizce belgeseli bile var. Bu istisnai durumu saymazsak Nijerya'da reçetesiz ilaç satılması bir yandan hastaların işini oldukça kolaylaştırıyor. Muayene ücretlerinin oldukça fazla olduğu, test sonuçlarının hemen çıkmadığı, devlet hastanesinden hizmet almanın deveye hendek atlatmaktan daha zor olduğu ülkede eczacıya güvenip ilaç almak çok daha makul gözüküyor. Burada ilginç olan başka bir mevzuda ilaçların satılış şekilleri. Paket paket ilaç almak yerine adetle ya da blister  olarak satın alabiliyorsunuz. Tane ile almayı hijyenik ve güvenilir bulmuyorum, son kullanma tarihi geçmiş bile olabilir ama blisterlarda skt yazılı olduğu için gönül rahatlığıyla alabiliyorum. Bu bir yerde ilaç israfını engellerken bir yerde de kutu ile ilaç alamayan düşük gelirli insanların imdadına koşuyor. Gerçi düşük gelirliler genelde geleneksel tıbba yönelip bitkilerle, otlarla tedavi oluyorlar. Bir keresinde bende yardımcımın ısrarı üzerine "Bitter Leaf" denilen şifalı bitkiden yapılan içecekten bir kaç yudum içtim. O nasıl kekremsi, acı, mide bulandırıcı bir tattı Allahım!
Allahtan içememişim çünkü o zaman sıtma değil gıda zehirlenmesi olmuşum. Bir kaç günde o yüzden hastanede yattık iyi mi😆Türkiye'de hiç yatmadığım kadar hastanede yattım burada. Allah beterinden korusun. 

Alp💓

Geçen perşembe günü #tbt yapıp Ayvalık gezimizden bir kaç fotoğraf paylaşmak istemiştim ama aldığım bir mesajla kendimi mutfağa zor attım. Aylardır buluşmayı planladığımız bir türlü görüşemediğimiz arkadaşım o gün bize gelecekti ve ben unutmuştum. Allahtan kız evin adresini sormak için mesaj attıda hazırlıksız yakalanmamış oldum. Gelen bir Nijeryalı olsaydı Jollof Rice ya da Fried Rice (sebze soslu, baharatlı pilavlar) yapıp et ya da tavuk pişirmem gerekirdi. Nijeryalıları kekle, poğaçayla ağırlamaya çalışmayın sonra arkanızdan konuşurlar benden söylemesi😄 Gelecek arkadaş Nijeryalı değil Nijerli idi ve sıkı bir Türk dizisi takipçisiydi. Kendisinin evlilik hikayeside oldukça ilginçtir. Liseden itibaren Amerika ve Kanada'da eğitim görüp orada yaşıyor. Eşiyle Instagram üzerinden tanışıp bir kaç yıl uzaktan uzağa flörtleşiyorlar. O zamanlar Malezya'da okuyan eşi tatillerde memleketi Nijerya'ya dönmeden önce Nijer'e uğrayıp bir kaç günlüğüne arkadaşımla görüşüyor. Bir düre böyle devam ettikten sonra ailelere konu açılıyor. Oğlanın ailesi kızı istemek için ( asking for hand deniliyor) Nijer'e geliyor. Kızın annesinin bu işe hiç rızası yok. Anne anca bir yılda ikana edilip düğün dernek yapılıyor. Fakat kızımızın okulu bitmediği içim evililiğin ilk bir buçuk yılı geli Kanada'da damat Nijerya'da yaşıyor. Sonunda okulu bitti de kavuştular💓 İşte bu arkadaşın Türk kültürüne olan ilgisi ve bilgisi sayesinde gönül rahatlığıyla çay saati atıştırmalıkları yapabildim. Çok hamarat olmadığım için bu bile zamanımı alıp fotoğraf paylaşımı yapmamı unutturdu. Bugün hava 37 dereceyi bulunca yine bende bir Ege hasreti ceryan etti ve aklıma Ayvalık geldi. Geçen yıl 1 Mayıs tatilinde gitmiştik. Eskiden olsa 1Mayısta eyleme giden annem emeklilikle burjuva sınıfına dahil olmuş, eylem planlarının yerini tatil planları almıştı😂 Neredeyse üzerinden bir yıla yakın bir zaman geçtiği için anılarım o kadarda taze değil. Yine de aklımda yer eden şeyleri kısa ve öz anlatmak istiyorum. Geçen yıl yine sözümde duramamış yazı beklemeden Türkiye'ye gelmiştim. Gerçi bu benim seçimim değildi, eğitim almak için başvurduğum Yunus Emre Enstitüsü'nün mülakatını geçmiş eğitime katılmaya hak kazanmıştım. Eğitim mart ayında başlayı mayıs sonuna kadar devam ediyordu. Hal böyle olunca bize erkenden Türkiye yolları görünmüştü. Abuja sıcağından sonra mart ayazı Malik'i kötü etkilemiş, eve hapsetmişti. Mayısa doğru havalar az biraz ısınsada bizim için hala oldukça serindi. Abuja'da alıştığımız sıcaklık değerlerini görebilmek için ağustosa kadar Türkiye'de kalmamız gerekiyordu ve ben Ramazan'ın son 10 gününü kendi evimde geçirmek istiyordum. 
Çanakkale'de okuyan kardeşimi görmek azda olsa birlikte vakit geçirmek için 5 günlüğüne yanına gitmiştik. Aldığım eğitimde devam zorunluluğu olduğu için hafta sonu tekrar İstanbul'da olmam gerekiyordu. Allah'tan 1 Mayıs resmi tatildi, o gün gönlümüzce gezecektik. Sabah planladığımız kadar erken yola çıkamasakta "yarasa kardeşim" için oldukça erken sayılabilecek bir saatte yola çıkmıştık. Havada mayıs ayının emaresi okunmuyordu. Hala Çanakkale'nin rüzgarı ve ayazı güçlü bir şekilde hissediliyordu. Bir umut Ayvalık tarafı daha sıcak olsun diye dua edip çıktık yola. Evden çımadan önce Leblebi ve Rıfkı'yı mama yağmuruna tuttuk. Biz gelene kadar aç kalmasınlar diye ekstradan mamalar bıraktık yanlarına. Çanakkale'den çıkmadan önce yol üzerinde "Karanlık İskele"ye uğradık. Aslında burası bir sitenin plajı gibi bir şeydi. Site sakiniymiş gibi yapıp usulca siteye sokulduk. Evler iki katlı, bahçeli, barbekülü villalardan oluşuyordu. İnsanı kendine hayran bırakan değişik bir havası vardı. Evler denize o kadar yakındıki geceleri dalgaların sesiyle uykuya dalıp sabahları dalgaların bahçe duvarına haşince vurşlarıyla uyanmak mümkündü. Sabahın erken saatleri olduğu için hava epey soğuktu ve bizim daha uğrayacak çok durağımız vardı. Zaman kaybetmeden tekrar yola koyulup Çanakkale'deki son durağımız olan 18 Mart Üniversitesi Dardenos Yerleşkesine gittik. Şehir merkezinden uzakta, ormanın içinde, denize sıfır harika bir yerdi. Üniversitenin uygulama oteli, plajı, havuzu ve piknik alanı burada bulunuyordu. Eğer bu kampüse hergün gelme imkanım olsaydı üniversiteyi bitiremezdim sanırım. Tüm günümü miskin miskin oturup denizi izleyerek ya da sahilde dalga sesleri eşliğinde kitap okuyarak geçirebilirdim. Alperen uyarmasa tümg ünü orda geçirmeye niyetliydim. Yola çıkmadan önce hem arabanın deposunu hem kardeşimin deposunu doldurmak(kahve/Redbull) için benzin istasyonuna uğradık. Çanakkale'de Ayvalık'a epey mesafe varmış. Deniz ve yeşilliğin büyüsü içinde uzunca bir süre yol aldık. Altınoluk'tan geçerken çoook eskilerde orda yaptığımız tatil gözümün önüne geldi. İnsan beyni süprizlere gebe. Aklında yer etmediğini sandığın, unuttuğunu düşündüğün, gerekli gereksiz tüm anılar ufacık bir çağrışımla gözlerinin önüne gelebiliyor. Altınoluk'tan geçerken tam olarak bu oldu. O yıl Uludağ Limonata piyasaya sürülmüştü. Cam şişelerde 1.25 YTL'ye satılıyordu. (Asla fiyatları unutmam, huyum kurusun :) ) Bizde her akşam bisiklet sürerken kiraladığımız evin karşısındaki bakkaldan limonata alıp içiyorduk hey gidi günler hey :)


Cunda Sokakları


Eskiden planlama yapmayı çok severdim. Her daim yapılacaklar listem olurdu. Günü gününe saati saatine herşeyi planlardım. Sanırım Nijerya'da yaşamak bu özelliğimi köreltti. Önceleri seyahat etmeden önce en ince ayrıntısına kadar planlar, müzeleri, ören yerlerini, yerel tatları araştırır öyle yola çıkardım. Şimdilerde ise yola çıkınca Google 'dan ya da Tripadvisor'dan kısa bir araştırma yapıp çabucak ne yapacağımıza karar verir oldum. Yoldayken araştırdığımız çoğu restoran balık, meze ve zeytinyağlı ağırlıklıydı. Pek bize hitap etmeyen lezzetler. O kadar yol gelip Ayvalık tostu yemeden olmaz deyip Ayvalık merkezde bir tostçuya girdik. Mekanın adını şu an hatırlayamıyorum ama polis karakoluna çok yakındı, park sorunu vardı. Dörtlüleri yakıp Alp'i tostçuya yollayıp biz arabada beklemiştik. Hayatımda yediğim en lezzetli tosttu. 

Malik Bey bütün gezi boyunca uyumayı/uyuklamayı başarmıştı. Allahtan kanguruyu yanımıza almıştıkta Ayvalıkta gezerken büyük kolaylık olmuştu. Ayvalık çok güzeldi. Ege'nin kendine has mimarisi, eski taş evleri şehrin tüm sokaklarını süslüyordu. Eski taş evler aslında uygun restore edilip otel, kafe, restoran haline getirilmişlerdi. Taş evlerin hizmet sektörüne feda edilmesine alışmıştım ama LC Waikiki ve Madam Coco mağazasına dönüştürülmeleri ilginç gelmişti. Ayvalık'ta gezdikten sonra asıl hedefimiz Cunda Adası'na doğru yola koyulduk. Tostlar çok lezzetli olsada bizi kesmemişti, hala aç hissediyorduk. Ayvalık'tan Cunda'ya geçerken yol kenarında tırdan çevrilme bir dürümcü gördük "Meşhur Dürümcü Serko". Hemen Google'dan yorumlara bakıp  yemek yemeye karar verdik. Dürümün kokusu bile o kadar lezzetliydiki yol boyunca uyuyan Malik'i uyandırmayı başarmıştı. O sıralar 5 aylık olan Malik bebe tüm gücüyle dürümü elimizden almaya çalışmış ama başarılı olamamıştı.



Malik Bey Kent Kitaplığı'nda

Kent Kitaplığı



 Ayvalık'tan Cunda Adası'na geçince kendimi o meşhur Yunan Adaları'ndan birinde gibi hissettim. Hala yeşilin ve doğanın korunduğu, geleneksel taş evlerinin aslına uygun yenilenip günümüzün hayat tarzıyla kaynaştırıldığı cıvıl cıvıl bir yerdi. Adada ilk durağımız adanın simgelerinden biri olan yel değirmenlerinden birini de bünyesinde bulunduran eskilerde kilise olarak kullanılan şimdilerdeyse Sevim ve Nejdet Kent Kitaplığı olarak hizmet veren Agios Yannis Kilisesi'ydi. Koç ailesi tarafından restore edilip kent kitaplığına çevrilen binanın orjinaline saygı duyulmuş, freskolarına ve eski ahşap eserlerine sahip çıkılmıştı. İçeri adım atar atmaz kendinizi bambaşka bir diyara ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Oldum olası eski kiliseleri sevmişimdir. İlkokuldayken ilk kez Sultan Ahmet tarafına gezi yaptığımızda beni en çok büyüleyen yapı Ayasofya Müzesi olmuştu. Bu küçük kent kitaplığıda bana Ayasofya'yı hatırlatmıştı. Bahçesinde ya da daha doğru ifade edersek terasında oturup Cunda Adası'nı izlemek ayrı bir keyifliydi. Fakat rüzgar çok kuvvetli olduğu için bu seyri kısa kesmek zorunda kaldık. Sahile doğru inip çevredeki dükkanları gezdik. Mekanlar daha çok meyhane ya da içkili restoranlardan oluştuğu için bana pek hitap etmemişti her ne kadar mimarilerine vurulsamda. Hediyelik eşya satan dükkanları gezip Ibrahim için bolca fotoğraf çektim. Onunda bizimle olmasını o kadar çok istemiştim ki.. İnşallah bir dahaki sefere. Hediyelikçiler her yerde  neredeyse birbirinin aynısı olduğu için bana pek cazip gelmemişlerdi. Ortaköy'de bulabileceğiniz takıların aynılarını satıyorlardı mesela. Yöreye dair tatlardan ya da sabunlardan almıyorsanız Cunda'ya dair birşey aldığınızı söyleyemezsiniz. Hava kararana kadar Cunda'da kaldık. Akşama doğru Ayvalık'a geçip o lezzetli dürümlerden yeyip Çanakkale yoluna revan olduk. Şimdi düşününce o dürümler burnumda tütüyor.. Tabi birde gece seyahat edebilme özgürlüğü.. İnanın benzinlikleri bile özledim. Buradakilerde tuvalet, kafeterya, restoran, hediyelikçi yok sadece benzin var. Şanslıysanız belki bir kaç çeşit içeceğe de denk gelebilirsiniz. Şehirler arası seyahat etmenin tehlikeli olmadı zamanlarda gözlerim hep Opet'i arardı Nijerya'da :))  Şimdilik kalın sağlıcakla🙋


Susamıyordu😂


Yorumlar

Popüler Yayınlar